sık sık yaratıcı ve üretken biri olmadığımı düşünüp kendime eziyet ediyorum. olmak zorunda da değilim elbette ama gelecekte yaratıcılığını sonsuz bir üretime dönüştürme hayali kuran biri olarak bununla yüzleşmek oldukça zor. son zamanlarda böyle düşündüğümde kendimi aksine inandırmak için uyguladığım bir yöntem var; yaratıcı geçmişimi gözümün önüne getirmek. çocukluğumdan bu yana yaratıcılığım nasıl gelişti, neden gelişti, anılarımda bu üretkenlik nasıl bir yer kaplıyor, bunları düşünüyorum. ve kendimi üretmek için doğduğuma inandırıyorum.
bu yolculuğa sizi de ortak etmek üzerine yazıyorum bugün. sizi de inandıracağım:’)
ben köyde doğdum, büyüdüm. dışarıda oyunlar oynamak bizim için hiçbir zaman tehlikeli olmadı. yaz demek sokak demekti. yaratıcılığımın temelleri de sokakta oyun oynarken atıldı, en azından hatırladığım kısmı.
sokakta geçirdiğim vakitte aklıma kazınan anılardan birinin çoğumuz için ortak olduğunu düşünüyorum; yol kenarında kendi yaptığımız takıları satmak. haliyle hem takının yapım süreci hem de pazarlama aşaması yaratıcılığıma bir katkıdır. yine aynı sokakta çamurdan heykeller yapmaya çalışmak. bomboş bir sayfaya bir sürü kelime yazabilmek, kim olduğu belli olmayan bir karaktere kimlik kazandırabilmek, dekorsuz bir sahneden bambaşka bir dünya yaratabilmek gibi yoktan var etmelere bu kadar bağlı olmamı o çamura borçluyum belki de.
aynı zamanda ebeveynleri çalışan bir çocuktum. babaannemin yanında büyüdüm. henüz okula bile başlamamıştım. evimizin tam karşısında okul vardı. mahalledeki arkadaşlarımın çoğu okula gidiyordu. dolayısıyla onlar okuldayken, bana sınırı olmayan bir dünya gibi gelen sokaktan ziyade, bir avluyla çevrilmiş bahçemizde onları beklemek zorundaydım. sabahları camda okula giden çocuklara bakıp “ben de gitmek istiyorum.” diye ağladığımı hatırlıyorum. babaannemin bütün sakinleştirme girişimlerine de daha çok sinirleniyordum. kitap okumayı öneriyordu, bu sefer de henüz okuma bilmediğim için ağlamaya başlıyordum. bu krizler, babaannemin kitabı okumak yerine resimlerine bakarak başka bir hikaye kurmaya başlamasıyla son buldu. ezberlediğim bütün hikayelerden farklıydı ve aynı resimlerin hikayesi her gün değişiyordu. bir süre sonra hikaye uydurmacılığını ben devraldım. 5-6 yaşlarında bir çocuğun aynı resme bakarak kaç farklı hikaye uydurabildiğini ve günün kaç saatini buna ayırdığını hatırladıkça yaratıcılığımı meslek edinmeye çalışmak pek de garip gelmiyor.
içimdeki eğitim merakını bir önceki paragrafta sezmişsinizdir. okula da böyle bir hevesle başladım. bu heves çok uzun süre başarılı bir öğrenci yaptı beni. okul ve öğretmen konusunda çok şanslıydım. yine ebeveynleri evde olmayan çocuk kontenjanından sabahçı-öğlenci olmak üzere iki grubu olan anaokulunun iki grubuna da ,haftanın her günü olmasa da sıklıkla, katılıyordum. her sınıfla da hemen hemen aynı etkinlikler yapılmasına rağmen her etkinliği tekrar tekrar büyük bir hevesle yapıyordum ve bu iki etkinliğin farklı olmasına oldukça dikkat ediyordum. ilk kez yaparken mutlaka içimde kalan bir hali oluyordu ve onu öğleden sonra yapabilecek olmanın rahatlığını yaşıyordum.
eğitim hayatım boyunca yaratıcı dramayı derslerinden eksik etmeyen öğretmenlerim oldu. okuduğum her sınıfta mutlaka sene sonu bir tiyatro oyunu oynardık. okul hayatımla ilgili hatırladığım en heyecanlı anlarım rollerin dağıtıldığı anlar. ona bir ruh bulmak üzere bana emanet edilecek karakteri merakla beklediğim anları hiç unutamıyorum. roller belli olur olmaz bütün oyunu eksiksiz ezberlerdim ve dekorundan ışığına kadar her şey hakkında hazırda bir fikrim bulunurdu.
milli bayramları kocaman statlarda coşkuyla kutlayabilen son nesillerdendik. her bayram öncesi mutlaka hikaye, şiir, kompozisyon yarışmaları olurdu. duyuru yapıldığı günün akşamı tek bir işim vardı; yazmak. ayıptır söylemesi birçok yarışmadan birincilik aldıktan sonra, okulda yazılacak herhangi bir şey olduğunda kime gidileceği belliydi.
her zaman belli bir konu hakkında yazmıyordum tabii. günlükler, mektuplar, şiirler, hikayeler… hayal dünyamda dönen her şeyi kağıda dökmekte oldukça kararlı bir çocuktum.
hevesle yapabileceğim hiçbir şey yokmuş ve bu yüzden yaptığım işlerde başarılı olamayacakmış gibi hissettiğim çok oluyor. öyle zamanlarda bu küçük kız çocuğunu düşünüyorum. kalbini hızlandıran şeylerin peşinden gittiğinde ne kadar mutlu olduğunu hatırlamaya çalışıyorum. sonra bu mutluluk ve hevesin dönüştüğü başarıları düşünüyorum. benim de sevdiğim yerde, sevdiğim işle; başarıya dönüştüğüne ikna olacağım heveslerim olduğuna çok inanıyorum.
o küçük kız belki benim yaşımda heves ettiği bütün tutkularının tam ortasında olacağını düşlemişti. ama yolda, hayatın neler getireceğini ve hatta neler götüreceğini öğreneceği fikri ona çok uzaktı. başka bir deyişle; büyümek ona çok uzaktı. yirmi dört yaşına geldiğinde, bir şeylere geç kalmak diye bir şey olmadığını anlayacağını ve doğru zaman diye bir şey olduğunu keşfedeceğini bilemezdi.
*metinde geçen bütün başarı kelimeleri, başarı anları soyut bir anlam taşımaktadır. herhangi bir şeyi kazanmak, birilerini geçmek anlamında kullanılmamıştır. bütün başarılar kişiye özeldir. neyin başarılı neyin başarısız olduğunun kararını kişiden başkası veremez, vermemelidir.
gözüm doldu… şak diye çocukluğuma döndüm,, sevdiğimiz şeyleri yaptığımız ve doya doyaaaa ürettiğimiz günleri diliyorum 🙂↕️🙂↕️🙂↕️ (geçen eski defterimi buldum renkli bilezik 50 krş yazmışım ya sabırrrr) ellerine sağlık gayemmmm
parça parça kendimi buldum yazında💘 anlatışın çok gerçekçi ve aynı zamanda da masalsı.. inanılmaz keyif aldım, ellerine sağlık gaye🩷